Economik büyüme 2001 & 2008 krizleri
2016 yılını tamamlıyor olduğumuz bu günlerde Türkiye’de duruma sağlıklı bakabilmek için öncelikle 2000 den bu yana neler oldu, neler yaşandı buna bir bakmak ve hatırlamakta yarar var.
1998 Asya Pasifik krizi sonrası 2001 yılında da Türkiye’de sırasıyla beş ana başlıkta özetleyebileceğimiz gelişmeler sonrası kriz patlak verdi. 1- Cumhurbaşkanın anayasayı Ecevit’e fırlatması ile oluşan siyasal gerginlikler sonucu faizler % 7500 e yükselirken, kurun 623.704 tl den 1.225.441 tl ye yükselmesi 2 – Bunun sonucunda borsa % 15 düşerken yabancı sermayenin de yurt dışına çıkmaya başlaması 3 – 15.450 adet şirketin iflas edip batması, batan şirketlerin zincirleme batık ve işsizlik sorununu beraberinde getirmesi.
4 – Faizlerin yükselmesi ile kredileri fonlayamayan bankaların yüksek faizli hazine bonolarına yatırım yapması ve hazinenin ise bütçe açığını finanse edememesi, bir kamu bankasının akşam takas yükümlülüğünü yerine getirememesi 5- 1998 Rusya krizi ile gelişmekte olan ülkelere para akımının zayıflaması, 1999 depremi ve sonrasında 2001 ekonomisindeki olumsuz gelişmeler .
2001’den kısaca aklımızda kalması gereken şey, kurun yaklaşık % 100 devalüe olması, şirket iflasları , bütçe açığının çevrilememesi, yabancı yatırımın dışarı çıkması ve işsizlik olmalıdır. 2016 sonuna geldiğimizde bunları aklımızda tutalım.
Kriz sonrası 1 – Bankacılıkta alınan önlemler 2 – Kemal Dervişi kamu bütçesine getirdiği disiplin ve kriterlere sıkı sıkıya uyulması , 3 – Döviz kazandırıcı işlemlere ağırlık verilmesi ve bunu etkin uygulayan tek parti iktidarı ile zaman içerisinde sorunlar çözüme giderken, bu dönemde gelişen küresel krizden de minimum etkilenmemiz olanaklı olabilmişti.
Tek parti hükümetince tavizsiz uygulanan yukarıdaki üç karar sonucu elde edilen şu sonuçları da aklımızda tutalım. 1- Kurlar aşağıya geldi 2 – Buna bağlı olarak ithalat ucuzladı 3 – Ucuzlayan ithalata bağlı olarak enflasyon aşağıya indi 4 – Düşen enflasyona bağlı olarak da faizler aşağıya geldi.
Faizlerin olması gereken aşağı seviye ile düşebildiği seviye arasındaki fark da bankalarca yurtdışından sendikasyon kredileri ile sübvanse edildi. Böylece kurlar daha da aşağıya geldi. Türkiye ithalat cenneti olunca yerli sanayi ve üretim rekabet edemedi ve firmalar kapandı . Büyüme modelimiz tamamen ithalata dayalı bir şekile dönerken, kamu bütçe disiplini de kamunun neredeyse tüm varlığının yabancılara satılması işe sonuçlandı. (değerlerinin çok altında ki satışlar başka bir yazının konusudur.)
2008’e geldiğimizde Amerika ve Avrupa yeni krizin farkına vararak yavaştan nasıl önlemler almalıyıza çabalarken, biz, dolu dizgin aynı politikada devam ettik . Amerika’da subprime konut kredileri krizi, Enron ve sonrasında Lehman Brothers batıklarının ardından kredileri disipline ederek, kontrolleri sıklaştırarak ve konsolidasyonlar yaparak önlemlerini aldılar.
Likiditeyi artırarak sorunları çözmeye çalıştılar, bu bizim dış kaynak alımımızı ve ithalata dayalı modeli sürdürebilmemize olanak sağladı, ancak 2016’lara geldiğimizde FED’in faiz artışı ve Avrupa’nın artık borç verme iştahının azaldığı ortamda , el parası ile saltanat süren gelişmekte olan ülkeler gerçeklerle karşı karşıya kalmaya başladılar. Tıpkı Türkiye gibi.
Aslında bu durum AB içinde daha önce yaşanmıştı. Yunanistan, İspanya ve Portekiz AB ye girdiklerinde aldıkları büyük miktardaki kaynakları tüketime yönelik harcamalara ayırmışlar, (hatta bir ara Yunanistanda her evin bir havuzu olduğu konuşulur hale gelmişti ) sonuçta bu ülkelerde vergiler ve işsizlik artmış, emekli maaşları ve ücretler düşmek zorunda kalmış ve ulusal meclisleri ülke lehine karar alamaz hale gelmişti. Yunanistan son durumda bir nevi kayyum yönetiminde devam etmektedir.
Yazımıza 2016’nın sonuna gelirken bu tarihsel süreç ve tek parti uygulamalarının şu anki sonuçlarını tespit ve buna yönelik risk yönetimi adına neler yapmalıyız konusuyla devam edeceğim….
M.Ender BALCI